18 Mayıs 2024 Cumartesi
10 ذو القعدة 1445 السبت
Kelime-i şehadet anlamı

Şehâdet kelimeleri, Allah’tan başka hak ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna şehâdet etmektir. Bu ikisi İslâm’ın anahtarıdır. İslâm’a ancak bunlarla girilebilir. Bundan dolayı Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم Muâz b. Cebel’i Yemen’e gönderdiği zaman, onları ilk önce, Allah’tan başka hak ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna şahitlik etmeye davet etmesini emretmiştir. (Buhari, Muslim)

Şehâdet kelimeleri iki tanedir:

Birinci kelime: “Allah’tan başka hak ilâh olmadığına şahitlik etmektir.” İnsan diliyle ve kalbiyle Allah’tan başka hak bir ma’bûdun olmadığını itiraf eder. Çünkü ilâh, ibâdet edilen, teellüh de ibâdet etmek anlamına gelir. O halde bu kelimenin anlamı, bir ve tek olan Allah’tan başka hak ma’bûd yoktur, demektir. Bu cümle red ve kabulü ihtiva eder. “Lâ ilâhe” kısmı rettir. “illallah” kısmı kabuldür. “Allah” lafzı, “la”nın mahzûf haberinden bedeldir. Takdîri, Allah’tan başka hak ma’bûd yoktur, şeklindedir. Bu, kalbin Allah’tan başka hak ma’bûd olmadığına îmân etmesinden sonra bunu dil ile ikrâr etmektir. Bu, ibâdeti sadece Allah’a has kılmak ve başkalarına ibâdeti reddetmektir. 

Bu “hak” kelimesini haber olarak takdir etmemizle birlikte pek çok kimsenin ortaya attığı bir sorunun cevabı da açıklığa kavuşmuş olmaktadır. O sorun da şudur: Ortada Allah’tan başka kendilerine ibâdet edilen pek çok ilâh varken ve Allah teâlâ bunları “ilâhlar” diye isimlendirmişken ve tapıcıları bunları “ilâhlar” diye isimlendirmişken nasıl Allah’tan başka ilâh olmadığını söylersiniz? Nitekim Allah teâlâ aşağıdaki âyetlerinde ilâhlardan söz etmektedir: “Rabbinin (azâb) emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilâhları, onlara hiçbir şey sağlamadı.” (Hud: 101). “Allah ile birlikte başka ilâh edinme.” (İsra: 39). “Allah ile birlikte başka bir ilâha yalvarma!” (Kasas: 88). “Biz, O’ndan başka bir ilâha yalvarmayız.” (Kehf: 14). Allah’tan başkası için de ulûhiyyet sabit olmuşken, nasıl Allah’tan başka ilâh yoktur, diyebiliriz? Peygamberler kendi kavimlerine: “Allah’a ibâdet edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur.” (A’râf: 59). demişlerken Allah azze ve celle’den başkasının ulûhiyetini isbât etmemiz nasıl mümkün oluyor?

Bu sorunun cevabı, “la ilâhe illallah” cümlesine bir haber takdir etmekle açıklığa kavuşur. Deriz ki: Allah’tan başka ibâdet edilen bu ilâhlar da ilâhtırlar. Fakat onlar hak değil bâtıl ilâhlardır. Onların ulûhiyyette hiçbir hakları yoktur. Allah’ın şu âyetleri buna delâlet etmektedir: “Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir; O’ndan başka yalvarıp durdukları ise hiç şüphesiz bâtıldır. Gerçekten Allah çok yüksek, çok büyüktür.” (Lokman: 30). “Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ’yı? Ve üçüncüleri olan ötekini, Menât’ı. Demek erkek size, dişi O’na öyle mi? O zaman bu, insafsızca bir taksim! Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delîl indirmemiştir.” (Necm: 19, 23). Allah teâlâ Yusuf aleyhisselâm’ın dilinden şöyle dedi: “Allah’ın yanı sıra taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım kuru isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delîl indirmemiştir.” (Yusuf: 40). O halde “la ilâhe illallah” cümlesinin anlamı “Allah’tan başka hak ma’bûd yoktur” dur. Onun dışındaki ma’bûdlara gelince onların tapıcılarının iddia ettikleri ulûhiyyetleri hak değildir, yani bâtıl bir ulûhiyyettir. Hak olan ulûhiyyet Allah’ın ulûhiyyetidir.

İkinci kelime: “Muhammed Allah’ın elçisidir.” şehâdetidir. Bunun anlamı, Kureyşli Hâşimî Abdullah oğlu Muhammed’in, Allah teâlâ’nın insan ve cin bütün yaratılmışlara gönderdiği elçisi olduğunu dil ile ikrâr edip kalp ile buna îmân etmektir. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize birden gönderilmiş Allah’ın Rasûlüyüm. O Allah ki, göklerin ve yerin bütün egemenlik ve iktidarı O’na aittir. O’ndan başka hak ilâh yoktur. Öldüren de, dirilten de O’dur. Bundan dolayı gelin, Allah’a ve Rasûlü’ne, Allah’ın bütün kelâmlarına îmân etmiş olan o ümmî nebîye îmân edin ve ona tâbi olun ki, hidâyete erebilesiniz.” (A’râf: 158). “Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed’e Furkân’ı indiren, Allah, yüceler yücesidir.” (Furkân: 1). Bu şehâdetin gereği Rasûlullah صلى اللّٰه عليه وسلم ’in haber verdiği şeyleri tasdîk etmek, emrettiği hususları yerine getirmek, yasakladığı ve sakındırdığı şeylerden uzak durmak ve ancak onun belirlediği şekilde Allah’a ibâdet etmektir. Yine bu şehâdetin gereği, Rasûlullah صلى اللّٰه عليه وسلم ’in rubûbiyyette ve kâinatı tasarrufta veya ibâdette bir hakkının bulunmadığına, bilakis onun ibâdet edilmeyen bir kul, yalanlanmayan bir peygamber olduğuna ve Allah dilemedikçe ne kendisine ne de başkasına hiçbir fayda ve zarar veremeyeceğine i’tikâd etmektir. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım.” (En‘âm: 50). O, emredilen şeye uymakla görevli bir kuldur. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “De ki: Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim. De ki: Gerçekten (bana bir zarar dilerse) Allah’a karşı beni hiç kimse himaye edemez, O’ndan başka sığınacak kimse de bulamam.” (Cin: 21, 22). “De ki: ‘Ben, Allah’ın dilediğinden başka kendi kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette birçok mal ve menfaat elde ederdim ve bana hiçbir fenalık da dokunmazdı. Ben sadece îmân eden bir topluluk için uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (A’râf: 188). Allah’tan başka hak ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna şahitlik etmenin anlamı budur.

Bu anlam sebebiyle bilirsin ki ibâdete ne Rasûlullah صلى اللّٰه عليه وسلم ne de yaratılmışlardan bir başkası müstehak değildir. İbâdet edilmek Allah’tan başka hiç kimsenin hakkı değildir. “De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim.” (En‘âm: 162,163).

Rasûlullah صلى اللّٰه عليه وسلم ’in hakkı senin onu Allah’ın onun için belirlediği mertebede görmendir. O, kuşkusuz Allah’ın elçisi ve kuludur. Allah’ın salât ve selamı onun üzerine olsun.

Şeyh Muhammed bin Salih el-Useymin
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri Fetva no: 17

Kategoriler
Dersler
Vahiy Mescidi
  • /ANKARA
Sitemizde yer alan içeriklerin kaynak gösterilerek paylaşılmasında mahzur yoktur.
vahiymescidi.com © 2024