09 Nisan 2025 Çarşamba
11 شوال 1446 الأربعاء
Ehli Sünneti diğer fırkalardan ayıran Beş temel esas ve Yöneticilere karşı ayaklanma meselesi

Soru: Onlara muhalefet eden kimsenin, ehl-i Sünnet ve'l-cemaatın menhecine muhalefet etmiş olacağı meselelerin esasları nelerdir?

Cevap: Bu esasları Şeyhü'l-İslam İbn-i Teymiyye (rahimehUllah), “Akîde-i Vâsitiyye” adlı eserinde zikretmiştir. “Akîde-i Vâsitiyye”, ilim talebelerinin çoğunun nezdinde bilinip tanınan, özet mâhiyetinde ama mübarek bir kitaptır. O kitapta pek çok hayır vardır.

İmam (rahimehUllah), Sünnetin maksadına dâir sözünü bitirirken şöyle demiştir: “Şüphesiz ki ehl-i Sünnet ve'l-cemaat, bu ümmetin fırkaları içerisinde vasat/orta olandır. Nitekim bu ümmet de, ümmetler içerisinde vasat olandır. Ümmetimiz -Allah'a hamd olsun-, akîde ve amelde Yahûdilerle Hıristiyanlar arasında orta bir noktada olup ümmetler arasında vasattır.”

İlk olarak: Akîdede Yahûdilerin, Allah azze ve celleyi noksan addettiklerini, hatta O teâlâyı yaratılmışların yerilen sıfatlarıyla nitelediklerini görüyoruz.

Ne dediler onlar? (“Dediler ki: Muhakkak ki Allah fakirdir.”) [Âl-i İmrân: 181] (“Dediler ki: Allah'ın eli sıkıdır.”) [Mâide: 64]
Yine dediler ki: “Şüphesiz ki Allah, gökleri ve Yeri yarattıktan sonra yoruldu ve cumartesi günü istirahat etti.” Onlar Yaratıcıyı yaratılmışa benzettiler.


Hıristiyanlar ise aksini yapıp, yaratılmışı Yaratıcıya benzettiler. Onlar, Meryemoğlu İsa'yı Allah'ın yanı sıra ilâh edindiler. (“Hani Allah, “Ey Meryemoğlu İsa, Allah'ı bırakıp da beni ve annemi ilâh edinin diye sen mi söylemiştin?” demişti.”) [Mâide: 116]

 

İkincisi: Amellerde: Risâlet husûsunda
Yahûdiler, nebîleri yalanladılar ve haksız yere onları öldürdüler. Hıristiyanlar ise nebîler husûsunda aşırılığa düştüler. Onlar, İsa'yı ilâh edindiler.

Bizim ümmetimiz ise -Allah'a hamd olsun-, bu iki esasta Yahûdilere ve Hıristiyanlara muhâlefet etmiş ve şöyle demiştir: “Şüphesiz ki Allah subhânehû ve teâlâ, kemâl sıfatları ile sıfatlanmıştır. Şüphesiz ki O teâlânın misli benzeri yoktur. Yaratılmışlardan hiçbiri, Allah'a âit olan sıfatlara erişememiştir.”

Resuller husûsunda: Bu ümmet şöyle demiştir: “Onlar Allah'ın kulları ve resulleridir. Onların rubûbiyetten de ulûhiyetten de bir hakkı, bir payı yoktur. Onlar doğru sözlü ve tasdîk edilmiş kimselerdir.”


Helal ve haram husûsunda: Allahu teâlânın, Yahûdilere bazı yiyecekleri kısıtladığını görüyoruz. (“Yahûdilere, bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık. Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır. Biz, şüphesiz doğru söyleyeniz.”) [En'âm: 146]

 

Hıristiyanlar pis olan her şeyi helal sayıyor, ne bulurlarsa yiyorlar. Bizim ümmetimize ise Allah, temiz olan şeyleri helal kılmış; pis olan şeyleri ise bize haram kılmıştır.


Hayızlı kadın meselesinde: Yine Yahûdilerin, hayızlı kadına yaklaşmadıklarını, yakın durmadıklarını, onunla beraber yemek yemediklerini, onunla aynı çatı altında kalmadıklarını görüyoruz.


Hıristiyanlar ise aksine, necâset konularına aldırış etmemektedirler.


Bizim ümmetimiz ise -Allah'a hamd olsun- vasattır. Bu ümmet, hayızlı kadınla yemek yer ve onunla aynı ortamda oturur. Erkek, hayızlı eşine, cimâ hâricinde temas da edebilir.

Özetle: Şüphesiz ki bu ümmet, ümmetler arasında vasat bir ümmettir.


Aynı şekilde ehl-i Sünnet ve'l-cemaat de, İmam İbn Teymiyye'nin (RahimehUllah) zikrettiği beş esasta, bu ümmetin fırkaları arasında vasattır.

Birinci esas: İsimler ve sıfatlar bâbında: İslam ümmeti, Mümessile ile Muattıla arasında vasattır.


Mümessile, şunu diyen tâifedir: “Allahu teâlânın sıfatları bizim sıfatlarımız gibidir. Allah'ın vechi, bizim yüzümüz gibidir. O'nun gözü bizim gözümüz gibidir. O'nun eli bizim ellerimiz gibidir, vesâire.”


Muattıla ise tam tersine, Allah'ın Kendi nefsini vasfettiği şeyleri inkâr eder ve şöyle derler: Allah'ın vechi/yüzü, eli, gözü vesâire yoktur. Onlar bu konularda, (“Kelâmı, mevzîlerinden tahrif ederler.”) [Nisâ: 46]


İkinci esas: Kader husûsunda: Ehl-i Sünnet, kader konusunda da yine vasattır. Kader konusunda dalâlete düşmüş iki tâife vardır.


Birinci tâife: Cebriye. Onlar şöyle derler: “İnsan, amelini işlemeye mecbur bırakılmıştır. Onun bu hususta seçim hakkı da irâdesi de yoktur.”

 

Diğer tâife: Kaderiye. Onlar ise şöyle derler: “İnsan, nefsi ile bağımsızdır. Allah'ın ona bir taalluku, müdâhalesi yoktur. Kişi, Allah'ın meşîeti/dilemesi ve yaratması olmaksızın fiil işler.”


Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat ise şöyle der: “Şüphesiz ki insan, kendi seçimi/tercihi ile fiil işler. İnsan seçer ve tercih eder. Ama onun işlediği herhangi bir fiil, Allahu teâlânın dilemesi ve yaratması ile olur.”

Üçüncü esas: İman ve dîn isimleri husûsunda: İman ve din isimleri husûsunda, muhalif fırkalar arasında bir açıdan Mutezile ve Hariciliği; diğer bir açıdan ise Mürcieyi görüyoruz.

Mutezile ve Haricilik şöyle der: “İnsan zina ettiği zaman şüphesiz imandan çıkar ve mü'min olmaz. Onun mü'min olduğu asla söylenemez.”

Mürcie ise, onların aksine şöyle der: “İnsan, zina etse ve hırsızlık yapsa da, imanı kâmil bir mü'mindir. Onun imanı, Allah'a en çok itaat eden bir insanın imanı gibidir.”

Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat ise şöyle der: “İnsan zinâ eder veya hırsızlık yaparsa, o artık imanı noksan bir mü'mindir. Veya o, imanı ile mü'min ama büyük günahı ile fasıktır.”

Dördüncü esas: Hükümler husûsunda: İnsanın fiiline binâen getirilen hükümler konusunda; insan büyük günah işlediği zaman ne olur? 

Mutezile ve Haricilik şöyle der: “Muhakkak ki o kimse, münafıklarla, Ebu Cehil, Ebu Leheb ve diğerleri ile ebedî Ateşte kalır.”


Mürcie ise şöyle der: “Hayır! Bilakis büyük günah işleyen kimse, mümkün değil, asla Ateşe girmez.”

Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat ise şöyle der: “O kimse şüphesiz ki cezayı hak eder. Ama Allah onu bağışlayabilir.”

Beşinci esas: Resul (aleyhi's-salâtu ve's-selâm)'ın ashâbı husûsunda: Bu, Şeyhülİslam'ın zikrettiği beşinci esastır.

Bidat ehli, Resul'ün ashâbı husûsunda iki kısma ayrılmıştır:

Rafızîler gibi, ehl-i beyt hâricindeki sahâbileri tekfir eden ve onlara dalâlet atfeden kesim. Onlar, ehl-i beyt husûsunda aşırıya gitmiş olup onlara abartılı bir mevkî tahsis etmişlerdir. Bu kesime mensup olanlar, Sahâbe husûsunda iki cihetten dalâlete düşmüşlerdir:

(a) Ehl-i beyt hâricindekileri tekfir etme ve onlara dalâlet atfetme cihetinden ve 
(b) Ehl-i beyt hakkında aşırıya kaçma cihetinden.


Bir de onların tam aksi bir kesim vardır. Bunlar “Hariciler” olarak adlandırılırlar. Onlara, “kindarlar, kin güdenler” anlamına gelen “Nevâsıb” da denir. Hariciler, Ali bin Ebî Talib'i tekfir etmiş, ona karşı ayaklanmış, onu katletmiş ve onun kanını helal/mübah saymışlardır.

Ehl-i Sünnet ve'l-cemaate gelince onlar bu konuda şöyle demişlerdir: “Sahâbe (Allah onlardan razı olsun), asırların en hayırlısı ve ümmetin en fazîletlisidir. Onların, üzerimize vâcip olan hakkı vardır. Nebî (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in âl-i beytinin ise, iman ve sahabiliğin -eğer Nebî'nin gününde yaşamış ve sahabilik kazanmış iseler- yanı sıra mü'minlerin üzerinde akrabalık hakkı vardır. Ama biz, Rafızilerin yaptığı gibi onlar hakkında aşırıya gitmez; Haricilerin yaptığı gibi onlar hakkında yaralayıcı ifadeler kullanmayız. Bilakis biz, aşırılığa ve ayıplamaya düşmeden onların hakkını veririz.”

Ehl-i Sünnet ile bidat ehlinin ihtilâfa düştüğü başka esaslar da vardır.


İmamlara/İdarecilere karşı ayaklanma: Harûriler, Müslümanların imamına karşı ayaklanmış, onu tekfir etmiş, ona karşı savaşmış ve bundan ötürü Müslümanların kanını mübah saymış olan Haricilerdir.


Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat ise şöyle der: “Bize düşen, küfr-ü bevâh (apaçık küfür) derecesine varmadığı sürece, hangi büyük günah ve fıskı işlese de, ulu'l-emri dinlemek ve ona itaat etmektir. Eğer apaçık küfre düşerse, o zaman, eğer savaşmak şerr ve fitneye yol açmayacak ise onunla savaşırız. Nebî (sallAllahu aleyhi ve sellem), bazı şartlar mevcut olmadığı sürece imamlara/liderlere karşı ayaklanmayı nehyetmiş ve şöyle buyurmuştur: “Ancak, buna dair yanınızda Allah'tan bir burhânın/delîlin bulunduğu küfr-ü bevâh (apaçık küfür) görürseniz...” ”

Burada karşımıza dört şart çıkmaktadır:


Birincisi: Görmeniz. Yani gözlerinizle görmeniz veya bunu bilmeniz.

İkincisi: Fısk değil de küfr olması. Hatta onun zina ettiğini; veya hırsızlık yaptığını; ya da haram kılınan bir cana, bunu mübah kılmaksızın haksız yere kıydığını görseniz bile bu durumda o kimse kâfir değil bilakis fasıklar cümlesinden bir fasıktır. Bu durumda ona karşı ayaklanmamız bize helal olmaz. Çünkü Resul, yukarıdaki hadîsinde “küfr” sözcüğünü kullanmıştır.


Üçüncüsü: Bevâh yani üzerinde tevil yapmanın mümkün olmadığı derecede apaçık olması. Eğer üzerinde tevil yapma imkânı varsa, artık biz onu tekfir etmez ve ona karşı ayağa kalkmayız.


Dördüncüsü: Bu hususta elimizde Allah'tan gelen bir delil bulunması. Yani bu, kıyas ve benzeri bir yöntemle, kendi re'yimize göre bevâh/apaçık olarak telakkî ettiğimiz bir küfür kavramı değildir. Bilakis buna dâir elimizde, Kitâb ve Sünnetten net bir burhân ve delil olmalıdır.


Dört şart böyledir. Ayrıca diğer delillerden elde edilen beşinci bir şart daha vardır. O da şudur: “Elimizde buna dâir Allah'tan gelen bir burhâna göre apaçık küfre düşen bu kâfir hâkimi/idareciyi bertaraf etme gücümüz olmalıdır. Buna gücümüz yetmelidir. Eğer buna gücümüz yetmeyecek ise, gidermek istediğimiz şer, onu olduğu gibi bırakma hâlinde oluşacak olan şerrden daha büyük olur. Bu hâlde, herhangi bir yolla, gücümüz yettiğince durumu düzeltmeye çalışırız.”

İslamiyet ve din için gayret gösteren -Allah'a hamd olsun- bazı kardeşlerimiz bu konuda hatâya düşüyor; Allahu teâlânın onlara idâreci olarak verdiği kimselere karşı ayaklanarak hatâ ediyorlar. Allah, hikmet sahibidir. Bazı zalimleri bazı zalimlere velî kılan, O teâlâdır. İdareciler zulüm veya düşmanlık ettikleri zaman bunun, Allah'ın salt dilemesine binâen Allah tarafından onlara verilmiş bir yetki olduğunu sanmayın. Bilakis o bir hikmet içindir. Çünkü Allah, şöyle buyurmuştur: “Kesbettikleri nedeniyle, zalimleri böylece birbirlerine dost eyleriz.” [En'âm: 129] Tebâlar var olduğu için, idarecilere bu tebâları yönetme yetkisi verilir. Tebâ olmasa idareci de olmazdı. Durumunuza göre size idareci tayin edilir.

Güç kullanmak sûretiyle olsa bile Allah'ın kendilerine verdiği idareciye karşı ayaklanmaya çalışan bazı insanlar, hakîkatte çeşitli açılardan hatâya düşmektedirler.

Birincisi: Allah'ın onlara idareci olarak verdiği bu kimseye ne olduğu bilinmelidir. Evet bu, bilinmelidir. Sadece nakledilen sözü tasdik etmek yakışmaz. İster idareciler ister idareci olmayanlar hakkında bize nakledilen o kadar çok yalan söz var ki! Bu sözleri tahkik ettiğimiz zaman onların çoğunun aslı astarı olmadığını görürüz. Bunun için hadis: “küfrü görmedikçe” ifâdesiyle gelmiştir.

İkincisi: Eğer bu şeyi gözlerimizle görürsek veya bu şey, güvenilir kimseler vâsıtasıyla mütevâtir olarak bize gelirse; onu Kitâb ve Sünnete arz etmeli ve onun küfür mü yoksa fısk mı olduğuna bakmalıyız.


Üçüncüsü: O, bevâh/apaçık olmalıdır. Eğer onun küfür olduğunu sanıyorsak, bu konuda Allah'tan gelen bir delil olup olmadığına bakmalıyız. O apaçık bir küfür müdür yoksa tevil edilme ihtimali var mıdır? Çünkü o küfür olabilir ama insan tevil açısından bu hususta belki mazur görülebilir. Bu sebeple o, tevil ihtimali olmayan bevâh, apaçık ve net olmalıdır.


Dördüncüsü: Ona dâir elimizde Allah'tan gelen bir delil olmalıdır. O kat'î net delildir.

Nebî (sallAllahu aleyhi ve sellem) bu husûsu kısıtlamıştır. Yani: O (aleyhi's-selâm), imamlara/idarecilere karşı ayaklanmayı bu şartlara bağlamıştır. Öyle ki bazılarına göre bu şartların hâsıl olması çok zordur. Çünkü ayaklanma netîcesinde oluşacak olanlar, şu anda içerisinde bulunulan zarardan daha şiddetlidir.

Şu anda devrimlerden hâsıl olan netîceleri görüyor musunuz? Halklar, devrimden sonra, devrim öncesine göre daha mı mutlu oldular? Asla. Bilakis tam aksi olmuştur. Burada herhangi bir ülke adı zikretmeye gerek yoktur. Çünkü durum açıktır. Önemli olan, Müslüman kardeşlerimize, aceleci davranmamalarını nasihat etmektir.

 

Şeyh Muhammed bin Sâlih el-Useymîn

[Kaynak: Açık Kapı Buluşmaları Serisi > Açık Kapı Buluşması: 45]
Ses Kaydı

Kategoriler
Dersler
Vahiy Mescidi
  • /ANKARA
Sitemizde yer alan içeriklerin kaynak gösterilerek paylaşılmasında mahzur yoktur.
vahiymescidi.com © 2025