Birinci soru: Kişi ne zaman ehl-i Sünnetten çıkmış olur? Onların itikadı dışında bir itikad edindiği zaman mı yoksa
onların itikadına muhalif olan az bir farklılığa düştüğü zaman mı?
Şeyh Albani: Evet, cevap vereceğim. Allah azze ve celleden, söyleyeceğim şeyde beni doğruya muvaffak kılmasını dilerim. Eski olsun yeni olsun pek çok âlim arasında meşhur olan bir kavle göre, Müslüman kişi eğer âlimler nezdinde fürû olarak adlandırılan hususlarda hatâ ederse mazur görülür; ama usûlde/esaslarda, akîdede hatâ ederse mazur değildir. Biz inanıyoruz ki bu sınıflamanın öncelikle şer'î bir delîli yoktur.
İkinci olarak da, inanıyoruz ki Müslümanın üzerine vâcip olan, ister usûle ister fürûya ister akîdeye isterse hükümlere dâir olsun, insanların ihtilâf ettikleri konularda daima ve her zaman hakkı/hakîkati bilmeye gayret etmektir. Eğer o, hakkında ihtilâf edilen hususlarda hakkı/hakîkati bilmek için tüm gayretini ortaya korsa ve isabet ederse, onun için iki ecir vardır; eğer hatâ ederse bu durumda onun için bir ecir vardır. Nitekim bu husus, Resûl (aleyhi's-selâm)'ın Sahih'te rivâyet edilen hadîsi ile bilinmektedir: (“Hakim hüküm verdiği zaman ictihâd eder
ve isabet ederse, ona iki ecir vardır. Eğer hatâ ederse ona bir ecir vardır.”) [Buhari, Muslim] İlk olarak asıl/esas budur. İkinci olarak ise, eğer Müslüman, hakkı hakîkati bilmeye azimli olursa ama sonra hatâ ederse, akîde veya esaslar/asıllar alanında hatâ etmiş olsa bile, ilk olarak o bunun için azarlanamaz, yerilemez. Bilakis o, hatâ ettiği için bir ecir alır. İkinci husustan az önce bahsedilmişti. Nebî (sallAllahu aleyhi ve âlihî ve sellem)'in yine aynı şekilde Sahih'te geçen, Huzeyfe bin el-Yemân ve diğer ashâb-ı kirâmdan gelen hadîsi bunu tekit etmektedir. Nebî (sallAllahu aleyhi ve âlihî ve sellem) şöyle buyurmuştur:
(“Sizden öncekiler içerisinde hiç hayır işlememiş bir adam vardı. Ölüm gelip çatınca o, oğullarını yanına topladı ve onlara dedi ki: “Size nasıl bir baba oldum?” Dediler ki: “Hayırlı bir baba oldun.” Dedi ki: “Şüphesiz ben, Rabbime karşı günahkâr oldum. Eğer Allah beni yakalarsa, bana elbette şiddetli bir azâb edecektir. Öldüğüm zaman beni alın, ateşte yakın, sonra külümün yarısını denize atın, kalan yarısını ise rüzgâra bırakın.” Adam öldü. Onu ateşte yaktılar. Külünün yarısını denize attılar, diğer yarısını ise rüzgâra bıraktılar. Allah azze ve celle ona “kun” emri ile
“falanca ol!” buyurur buyurmaz o normal bir insan hâline geldi. Allah ona “Ey kulum, seni böyle yapmaya sevk eden nedir?” diye suâl etti. Adam dedi ki: “Senin haşyetin/korkun, Rabbim!” Allah buyurdu ki: “Muhakkak ki Ben, seni bağışladım.” ”) [Buhari, Muslim]
Allah azze ve celle bu insanı bağışlamıştır. Halbuki aslında o, belki de bildiğimiz vasiyetlerin hiçbirinde benzeri geçmeyen ve bilgimize ulaşanlar içerisinde böylesine haksız ve zalim bir örneği bulunmayan bu vasiyeti nedeni ile küfre ve şirke düşmüştü. Ama Allah onu muâhaze etmedi; bilakis onu affetti. Çünkü Allah biliyordu ki o kul, bu zalim vasiyeti ancak O teâlâdan korktuğu için yapmıştı. O hâlde şimdi cevabın özeti geliyor ey Müslüman. Eğer Müslüman, Allah'a itaat ettiği ve itikad ettiği tüm hususlarda, Allah azze ve cellenin vechini umar ama hatâ ederse, şüphe yok ki Allah azze ve celle onun hatâsını mağfiret edecek, hatta ona bir de ecir verecektir. Bizim Allah'ın dînindeki yolumuz budur ve daima her zaman böyle fetvâ veririz. Hilâfın özeti budur. Asıl ve kaide şöyledir: Şüphesiz ki Allah, insanı hatâ ettiği şeyden dolayı muâhaze etmez. Onu ancak, taammüden/kasten yaptığı şeyden muâhaze eder. İkincisi ise yukarıdaki sahih hadîs gibi hadisler bu duruma işaret etmektedir. Birinci sorunun cevabı budur. Başka soru var mı?
Soru soran: Evet. Şeyhü'l-İslam (rahimehUllah), el-İktizâ'da diyor ki: “Kişi bir mevlitte veya bir bidatte hazır bulunursa, maksadı ve niyetine göre sevap alabilir.” Siz bu konuda ne dersiniz?
Şeyh: Bu, soru değil. Az önceki cevap işitilmedi mi? Sen, pek çok alt başlık içeren soruya verilen cevabı dinlemedin mi?
Soru soran: Yani evet.
Şeyh: Belki de sen ceylanlar gibi konudan konuya sektin.
Soru soran: Evet sektim.
Şeyh: Niçin sektin?
Ebu Leyla: Yani birinci sorudan dönüyor muyuz?
Soru soran: Birinciden dönmek mi? Evet.
Şeyh: Biz, içinde birkaç sual içeren birinci sorunu cevapladık.
Soru soran: Evet
Şeyh: Şimdi bana birinci kısmı tekrar sormuş oldun ve ben sana cevap verdim. Çünkü sen birinci suâlini, 'kişiyi ehl-i Sünnet ve'l-cemaatten çıkaran nedir?' temeli üzerine kurdun ve aynı birinci soru içinde pek çok suâl geldi.
Soru soran: Tamam
Şeyh: Evet
Başka bir soru soran: …
Şeyh: Yani o soruda pek çok şey vardı. Sen şimdi tekrar o soruya atladın. Bilmiyorum belki de o cevap sana hitap etmedi. Bu senin bileceğin iş. Ama ben hissediyorum ki sen diğer soruları da sorma ihtiyacı duyuyorsun.
Soru soran: Evet. Dedik ki, kişi ne zaman ehl-i Sünnet dairesinden çıkar? Onların itikadından başka bir itikad edindiği zaman mı yoksa tek bir dalda olsa bile ehl-i Sünnetin üzere olduğu hâle muhalif olan bir şeye düştüğü zaman mı? Ve o kimseye “bidatçı” mı denilir?
Şeyh: Hah, işte bu, önemli bir soru. Ama geçen soruya verilen cevabın ışığında bu yeni sorunun cevabının anlaşılması mümkündür. Deriz ki: Hakkı/Hakîkati ve doğruyu arzuladığı hâlde hatâ ederse, sırf hatâ etti diye onun ehl-i Sünnet ve'l-cemaatten olmadığını söylemek câiz olmaz. Veya senin sorunda geldiği üzere, o kimseye bu nedenden ötürü “bidatçı” demek câiz olmaz.
Pek çok ilim talebesi ve hatta ilim ehli, pek çok âlimin harama düştüğünü bilmektedir. Ama onlar kasten mi harama düşmüşlerdir? Hâşâ. Onlar bundan ötüirü günahkâr mı olmuşlardır? Cevap: Hayır. O hâlde bir ictihâd ederek, Allah'ın haram kıldığını helal sayma durumuna düşen âlimin hâli de farklı değildir. O bu hususta ecir alır. Veya kasıt olmaksızın bir bidate düşen diğer bir âlimin durumu da farklı değildir. O kişi Sünneti amaçlamış ama hatâ etmiştir. Onunla bunun arasında bir fark yoktur. Bunun için biz, şu anda Suudi Arabistan'da bizzat ehl-i Sünnet arasında yaygınlık gösteren bu sertlikten şikayetçiyiz. Öyle ki örneğin birinin bazı meselelerde ehl-i Sünnete muhalefet ettiğini zannediyor, hemen onu bidatçi diye etiketliyor ve ehl-i Sünnetten çıkmakla itham ediyorlar. Halbuki öncelikle “o kişi hatâ etti” demeleri yeterli olurdu. Sonra da ikinci olarak, Kitâb ve Sünnetten ve selef-i sâlihin üzere olduğu hâlden hüccet ikaame etmeleri gerekirdi. Böylece fırkalaşma ve hilâf artmazdı. O nedenle bu, asla ehl-i Sünnet ve'l-cemaatin âdeti değildir. Bu sebepten ötürü, yukarıda geçen detaylı açıklama uyarınca, bir meselede hatâ eden kişinin böyle ezilmesi câiz değildir. Bu mesele aslî veya fer'î bir mesele olabilir, akîdeye veya fıkha dâir bir mesele olabilir, fark etmez. O kişinin dalâletle itham edilmesi câiz değildir. Ona ancak en güzel bir biçimde davranmak gerekir. Başka değil.
Şeyh Muhammed bin Nasıruddin el-Albani
Ses Kaydı