Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e göre îmân “kalp ile ikrâr, dil ile söylemek ve organlarla amel etmektir.” Buna göre îmân şu üç şeyi içerir:
1 – Kalp ile ikrâr etmek.
2 – Dil ile söylemek.
3 – Organlarla amel etmek.
Böyle olunca da îmân artar ve eksilir. Çünkü kalp ile ikrâr artabilir. Haberi ikrâr etmek gözle görülen şeyi ikrâr etmek gibi değildir. Bir kişinin verdiği haberi ikrâr etmek, iki kişinin verdiği haberi ikrâr etmeye benzemez. Bu sebeple İbrâhîm aleyhisselam şöyle demiştir: “Ya Rabbi, göster bana, ölüleri nasıl diriltirsin?” Allah: “Ne o, yoksa inanmadın mı?” buyurdu. İbrâhîm: “Elbette inandım, ancak kalbim iyice yatışsın istedim” dedi.” (Bakara: 260). Kalbin ikrârı, itminanı ve sükûneti yönünden îmân artar. İnsan bunu kendi içinde hissedebilir. İçinde öğütler verilen, cennet ve cehennemden söz edilen bir zikir meclisinde hazır bulunduğu zaman îmânı artar, hatta bunları gözüyle müşahede etmiş gibi olur. Gaflete daldığı ve bu meclisten kalktığı zaman kalbindeki bu yakîni azalır.
Îmân söz yönünden da artar. Allah’ı on defa zikreden kimse yüz defa zikreden kimse gibi değildir. İkincisi daha fazladır.
İbâdetlerini eksiksiz bir şekilde yerine getiren kimsenin îmânı da onları eksik yerine getiren kimsenin îmânından daha fazladır.
Amel de böyledir. Çünkü insan organlarıyla bir başkasından daha çok amel ettiği zaman ondan eksik yapan kimsenin îmânından daha fazla îmâna sahiptir. Bu, yani îmânın arttığı ve eksildiği Kur’ân ve Sünnet’te sâbittir. Allah teâlâ şöyle buyurur: “Onların sayısını da inkârcılar için sadece bir imtihan (vesîlesi) yaptık ki, böylelikle, kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensin, îmân edenlerin de îmânını arttırsın.” (Müddessir: 31). “Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: "Bu sizin hanginizin îmânını artırdı?" Îmân edenlere gelince (bu sûre) onların îmânlarını artırır ve sevinirler. Kalplerinde hastalık olanlara gelince, onların da küfürlerini büsbütün artırır ve onlar artık kâfir olarak ölürler.” (Tevbe: 124, 125). Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم ’den gelen sahîh bir hadîste kadınlara şöyle buyurmuştur: “Akıl ve dîni noksan olduğu halde akıllı bir kimseye galebe çalanlardan sizin gibisini görmedim.” (Buhari) O halde îmân, artar ve eksilir.
Peki, îmânın artmasının sebebleri nelerdir?
İmanın Artmasının sebebleri şunlardır:
Birinci sebeb: Allah’ı isimleri ve sıfatlarıyla tanımaktır. Çünkü insanın Allah’ı, isimlerini ve sıfatlarını tanıması arttıkça şüphesiz îmânı da artar. Bu sebeple Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını bilen ilim sahiplerinin îmânının bunları bilmeyenlerin îmânından bu yönden daha kuvvetli olduğunu görürsün.
İkinci sebeb: Allah’ın kevnî ve şer‘î âyetlerini düşünmektir. İnsanın Allah’ın mahlûkâtı olan kevnî âyetleri incelemesi arttıkça îmânı da artar. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?” (Zâriyât: 20,21). Buna delâlet eden âyetler çoktur. Yani, İnsanın bu kâinatı düşünüp incelemesinin îmânını artıracağına delâlet eden âyetler çoktur.
Üçüncü sebeb: Çokça ibâdettir. İnsanın ibâdetleri arttıkça, ister sözlü olsun isterse fiili ibâdet olsun, bunlarla îmânı da artar. Zikir, kemiyet ve keyfiyet olarak îmânı artırır. Namaz, oruç, hac, bütün bunlar kemiyet ve keyfiyet olarak îmânı artırır.
Îmânı eksilten sebeblere gelince, onlar da bunun aksi olan şeylerdir:
Birinci sebeb: Allah’ın isim ve sıfatlarını bilmemek îmânın noksan olmasını gerektirir. Çünkü insanın, Allah’ın isim ve sıfatlarını bilmesi eksik olduğu zaman îmânı da eksik olur.
İkinci sebeb: Allah’ın kevnî ve şer‘î âyetlerini düşünmekten yüz çevirmektir. Şüphesiz bu îmân noksanlığına veya en azından îmânın durgunluğuna ve gelişmemesine sebeptir.
Üçüncü sebeb: Günah işlemektir. Çünkü günahların kalp ve îmân üzerinde büyük etkileri vardır. Bundan dolayı Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم şöyle buyurmuştur: “Zinâ eden kimse zinâ ettiği zaman mü’min olarak zinâ etmez.” (Buhari, Muslim)
Dördüncü sebeb: İbâdet ve tââtleri terk etmektir. İbâdet ve tââtleri terk de îmân noksanlığının sebebidir. Bu, farz olan bir ibâdet ve tâât ise, onun mazeretsiz olarak terk edilmesi ayıplanan ve cezalandırılan bir noksanlıktır. Farz olmayan bir ibâdet ve tâât ise veya farz da mazeretli olarak terk edilmişse bu ayıplanmayan bir eksikliktir. Peygamberimiz صلى اللّٰه عليه وسلم bu sebeple kadınların dînlerinin ve akıllarının eksik olduğunu söylemiştir. Dînlerinin noksanlığını hayızlı oldukları zaman namazı ve orucu terk etmelerine bağlamıştır. Hâlbuki hayız halinde namazın ve orucun terk edilmesi ayıplanacak bir durum değildir, bilakis böyle emredilmiştir. Fakat kadınlar, erkeklerin yerine getirdiği bir fiili kaçırdığı için bu yönden onlardan eksik hale gelmiştir.
Şeyh Muhammed bin Salih el-Useymin
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri Fetva no: 8