SORU: Allah’ın yüceliği (uluvvu) konusunda selef-i sâlihîn’in görüşü nedir. O, altı cihetin hiçbirinde değil, mü’minin kalbindedir, diyen kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: -Allah onlardan razı olsun– selefin mezhebi şudur: Allah teâlâ zatıyla kullarının yukarısındadır. O şöyle buyurmaktadır: “Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve âhirete îmân ediyorsanız onu Allah’a ve Rasûl’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisâ: 59). “Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a mahsustur.” (Şûrâ: 10). “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin sözü ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte asıl bunlardır umduklarına erenler. Her kim Allah’a ve Rasûlüne itaat eder, Allah’a saygı duyar ve O’ndan sakınırsa, işte asıl bunlardır mutluluğa erenler.” (Nûr: 51, 52). “Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzâb: 36). “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe îmân etmiş olmazlar.” (Nisâ: 65). İhtilafa düştükleri zaman mü’minlerin izleyeceği yolun, Allah’ın Kitâbı’na ve Peygamberi’nin Sünneti’ne müracaat etmek, dinlemek ve itaat etmek ve bu ikisi dışındakileri tercih etmemek olduğu; ve îmân etmenin hiçbir itiraz olmadan ve tam bir teslimiyetle birlikte ancak böylece mümkün olacağı açıklığa kavuşunca; bu yolun dışına çıkmak Allah’ın şu âyetinde söylediği şey neyi gerektiriyorsa odur: “Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber’e karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakır ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” (Nisâ: 115).
Buna göre bu mes’eleyi –Allah’ın zatıyla yarattıklarının yukarısında olduğu, yani uluvvu mes’elesini– Allah’ın Kitâbı’na ve Peygamberi’nin Sünneti’ne götürdükten sonra iyice düşünen kimse, Kitap ve Sünnet’in çeşitli ibareleriyle en açık bir şekilde Allah’ın zatıyla yarattıklarının üstünde olduğuna delâlet ettiğini anlar. Bu ibarelerden bazıları şunlardır:
1 – Âyetlerde ve hadîslerde Allah teâlâ’nın semada olduğunun açıkça ifade edilmesi. Mesela: “Yahut Gökte Olan’ın üzerinize taş yağdıran (bir fırtına) göndermeyeceğinden emin misiniz? İşte (bu) tehdidimin ne demek olduğunu yakında bileceksiniz!” (Mülk: 17). Ebû Dâvûd’un rivâyet ettiğine göre Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم ’in bir hastayı okurken: “Ey gökteki Rabbimiz!” diye dua etmesi. Müslim’in rivâyet ettiğine göre Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم ’in şöyle buyurması: “Canım elinde olan Allah’a yemîn ederim ki, eğer bir adam karısını yatağına davet eder de kadın razı olmazsa, kocası ondan razı oluncaya kadar Gökteki ona gazâb eder.”
2 – Allah teâlâ’nın üstte olduğunun açıkça ifade edilmesi. Mesela Allah teâlâ şöyle buyurdu: “O kullarının üstündedir.” (En‘âm: 18). “Onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar.” (Nahl: 50) Nebî صلى اللّٰه عليه وسلم şöyle haber verdi: “Allah halkı yarattığı zaman kendi yanında Arş’ın üstünde (olan kitâbında) “rahmetim gazabımı geçmiştir.” yazdı.” Bunu Buhârî rivâyet etti.
3 – Birtakım şeylerin O’na yükseldiği ve yine bir takım şeylerin O’ndan indiğinin açıkça ifade edilmesi. Yükselmek daima yüksekte olan bir şeye doğru olur. İnmek ise ancak yüksekten olur. Mesela Allah teâlâ şöyle buyurur: “O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah’a amel-i sâlih ulaştırır.” (Fâtır: 10). “Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar.” (Meâric: 4). “Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin saya geldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’nun katına çıkar.” (Secde: 5) “Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah’tan indirilmiştir.” (Fussilet: 42). Kur’ân Allah’ın kelâmıdır. Nitekim O şöyle buyurmaktadır: “Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah’ın kelâmını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver.” (Tevbe: 6). Kur’ân Allah’ın kelâmı olunca O’ndan indirilmiş demektir. Bu da Allah teâlâ’nın zatının yüksekliğine/uluvvuna delâlet eder. Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم şöyle buyurmuştur: “Rabbimiz her gece, gecenin son üçte biri kaldığında dünya göğüne iner de: Hani bana dua eden, onun duasını kabul edeyim!... buyurur.” Bu hadîs Buhârî ve Müslim’in Sahîhleri’nde ve diğer hadîs kitaplarında geçmektedir. el-Bera b. Âzib’ten gelen bir hadîste o şöyle dedi: Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم bana yatağa girerken şöyle dememi öğretti: “Senin indirdiğin kitâba ve senin gönderdiğin peygambere îmân ettim.” Bu hadîs Buhârî’nin Sahîhi’nde ve diğerlerinde geçmektedir.
4 – Allah teâlâ’nın kendisini açıkça yükseklikle vasıflandırması. Nitekim O şöyle buyurmuştur: “Yüce Rabbinin adını tesbih et.” (A’la: 1). “Onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.” (Bakara: 255). Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم şöyle tesbih etti: “Yüce/Yükseklik sahibi Rabbim her türlü noksanlıktan münezzehtir.” (Ebu Davud)
5 – Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم ’in Arafat mevkiinde, ümmetinden en büyük topluluğa şahit olduğu bu büyük vakfe terinde Allah’ı kendisine şahit gösterirken göğe işaret etmesi. Onlara: “Tebliğ ettim mi?” diye sorduğu zaman onlar: Evet dediler. Bunun üzerine Nebî صلى اللّٰه عليه وسلم parmağını göğe kaldırıp onunla işaret ederek: “Allah’ım, şahit ol” dedi. Bu, Müslim’in Sahîhi’nde geçmekte ve Allah’ın gökte olduğunu açıkça ifade etmektedir. Öyle olmasaydı Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم ’in parmağını kaldırması abes bir şey olurdu.
6 – Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم ’in bir cariyeye sorusu. Nitekim: “Allah nerededir?” diye sorduğu zaman cariye: Göktedir, demiş ve Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم : “Bunu azat edin. Çünkü bu mü’mindir.” buyurmuştur. Bunu, Muaviye b. Hakem es-Sulemi radıyallahu anh hadîsi olarak Müslim uzunca rivâyet etmiştir. Bu delîl, Allah teâlâ’nın zatının yüksekliğini açıkça ifade etmektedir. Çünkü “nerededir?” sorusuyla mekân sorulur. Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم cariyeye Allah nerededir? diye sorduğu zaman onun verdiği cevabı onaylamıştır. Böylece Allah’ın gökte olduğunu da onaylamıştır. “Bunu azat edin. Çünkü bu mü’mindir” dediği zaman bunun îmânın gereği olduğunu beyân etmiştir. Demek ki kul, Allah teâlâ’nın gökte olduğunu ikrâr edip buna îmân etmedikçe îmân etmiş olamaz. Bu, Allah’ın zatıyla yarattıklarının yukarısında olduğuna delâlet eden Allah’ın Kitâbı ve Peygamberi’nin Sünneti’ne ait semaî ve haberi delîllerden bir delîldir. Bu delîller burada tek tek sayılamayacak kadar çoktur. Selef-i sâlihîn nasların gerektirdiği görüş üzere birleşmişler ve Allah teâlâ’nın zatının yüceliğini/yüksekte olduğunu kabul etmişlerdir. O, zatıyla yücedir, yarattıklarının üstündedir. Nitekim selef-i sâlihîn O’nun manevî yüceliğinde yani sıfatların yüceliğinde de icma etmişlerdir. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Göklerde ve yerde en yüce sıfat O’nundur. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.” (Rum: 27). “En güzel isimler Allah’ındır. O halde bu isimlerle Allah’a dua edin.” (A’râf: 180). “Allah’a birtakım benzerler icat etmeyin. Çünkü Allah (her şeyi) bilir, siz ise bilemezsiniz.” (Nahl: 74). “Artık bunu bile bile Allah’a şirk koşmayın.” (Bakara: 22). Allah’ın zatının, isimlerini, sıfatlarının ve fiillerinin kemâline delâlet eden daha başka pek çok âyet vardır.
Aklî delîllere gelince: Yüceliğin ve yüksekliğin bir kemâl sıfatı olduğunda şüphe yoktur. Bunun zıddı da bir eksiklik sıfatıdır. Allah teâlâ’nın kemâl sıfatlarına sahip olduğu sabittir. O halde yükseklik ve yüceliğin de O’na ait bir sıfat olması gerekir. O’nun hakkında yükseklik ve yüceliğin kabul edilmesi herhangi bir eksiklik ve kusuru gerektirmez. Onun yücelik/yükseklik sıfatına sahip olması, mahlûkatından herhangi bir şeyin O’nu ihata etmişolmasını da gerektirmez. Yüceliğini/yüksekliğini kabul etmenin bunu gerektirdiğini zanneden bir kimse zannında yanılmış ve aklen sapmış olur.
Allah teâlâ’nın zatıyla yüceliğine ve yüksekliğine dair fıtratın delâletine gelince: İbâdet maksadıyla veya bir şey istemek için Allah’a dua eden herkes kalbini dua esnasında göğe yöneltir. Bu sebeple fıtrat gereği onun ellerini semaya kaldırdığını görürsün. Nitekim bunu el-Hemedânî, Ebu’l-Meâli el-Cuveynî’ye şöyle ifade etmiştir: “Ya Rabbi, Ya Rabbi, diyen hiçbir arif yoktur ki kalbinden zorunlu olarak bir yükseklik arzusu hissetmesin.” Bunu üzerine el-Cuveynî şöyle diyerek elini başına vurmaya başladı: “el-Hemedânî beni şaşırttı, el-Hemedânî beni şaşırttı.” Ondan nakledilen bu olay ister sahîh isterse olmasın Çünkü her bir insan bunu kendi zaten kavrar. Müslim’in Sahîhi’nde Ebû Hureyre radıyallahu anh’ten rivâyet edilen bir hadîste Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم elini semaya uzatan ve Ya Rabbi, Ya Rabbi diye dua eden bir adamdan söz eder. Sonra, namaz kılarken özellikle secdede kalbini göğe yöneltmiş ve “Yükseklik sahibi Rabbim her türlü noksanlıktan münezzehtir.” diye tesbih eden kişiyi görürsün. Çünkü o, yüce ma’bûdunun gökte olduğunu bilir.
Onların: “Allah altı cihetin hiçbirinde değildir.” demelerine gelince, bu söz genel anlamı üzere alındığı zaman bâtıldır. Çünkü bu söz, Allah teâlâ’nın kendisi için ispat ettiği ve yarattıklarının kendisini en iyi bilen ve kendisine en çok saygı gösteren Peygamberi Muhammed صلى اللّٰه عليه وسلم ’in O’nun için ispat ettiği Allah’ın yükseklik cihetinde olan gökte olduğu gerçeğinin iptalini gerektirir. Hatta bu, Allah teâlâ’yı yoklukla vasfetmek demektir. Çünkü altı cihet şunlardır: Üst, alt, sağ, sol, arka ve ön. Var olan hiçbir şey yoktur ki bu altı cihetten biriyle ilişkili olmasın. Bu, akıllar tarafından kendiliğinden bilinen bir şeydir. Bu altı cihet Allah’tan nefyedildiği zaman, bu, O’nun yok olmasını gerekir. Her ne kadar zihin bu cihetlerle ilişkisi olmayan bir varlığı düşünse bile bu sadece zihnin kabul ettiği bir şeydir, hariçte böyle bir şey yoktur. Biz Allah teâlâ’nın yüce ve yarattıklarının yukarısında olduğuna inanıyoruz ve Allah’a inanan her mü’minin de buna inanması gerektiğini düşünüyoruz. Nitekim daha önce de ifade ettiğimiz gibi Kitap, Sünnet, selef-i sâlihîn'in icmaı, akıl ve fıtrat buna delâlet etmektedir. Fakat bununla birlikte biz Allah teâlâ’nın her şeyi kuşattığına, yarattıklarından hiçbirinin O’nu kuşatamayacağına, O’nun yarattıklarından müstağni olduğuna ve yarattıklarından hiçbirine muhtaç olmadığına da îmân ederiz. Biz bir mü’minin, kim olursa olsun insanlardan birinin sözünden dolayı Kitap ve Sünnet’in delâlet ettiği şeyin dışına çıkmasının câiz olmadığına da inanırız. Nitekim bu cevabımızın başında bunun delîllerini daha önce zikretmiştik.
Onların “Allah teâlâ mü’minin kalbindedir.” demelerine gelince, ne Allah’ın kitâbında ne O’nun Peygamberi’nin Sünneti’nde bunun bir delîli yoktur, ne de bizim bildiklerimiz içinde selef-i sâlihîn’den hiç kimsenin böyle bir sözü vardır. Aynı zamanda bu söz mutlak manada kullanıldığında da bâtıl bir sözdür. Çünkü eğer bununla Allah teâlâ’nın kulun kalbine yerleştiği kast ediliyorsa bu kesin olarak bâtıldır. Allah teâlâ bundan büyük ve yücedir. Bir kişinin Kitap ve Sünnet’in açıkça delâlet ettiği Allah’ın gökte olduğu gerçeğinden kaçarken, Kitap ve Sünnet’in tek bir harfinin bile delâlet etmediği Allah teâlâ’nın mü’minin kalbinde olduğuna dair iddia ile kalbinin mütmain olması gerçekten hayret edilecek bir durumdur. Üstelik Kitap ve Sünnet’te buna delâlet edecek tek bir harf bile yoktur.
Allah teâlâ’nın mü’min kulunun kalbinde olmasıyla onun Rabbini daima kalbinde zikretmesi kast ediliyorsa bu haktır. Fakat bunun da hakiki manasına delâlet edecek ve bâtıl anlamları ortadan kaldıracak şekilde ifade edilmesi gerekir. Mesela şöyle denilebilir: Allah teâlâ’nın zikri daima mü’min kulun kalbindedir. Fakat bu sözü söyleyenlerin bununla Allah teâlâ’nın semada olduğu anlamını değiştirmek istedikleri açıktır. Yukarıda ifade edildiği gibi bu söz bu anlamıyla bâtıldır.
Mü’min, hak ve bâtıl manalara ihtimali olan kısa ve kapalı ibarelere yönelip de Allah’ın Kitâbı’nın ve Peygamberi’nin Sünneti’nin delâlet ettiği ve selefin üzerinde icma ettiği şeyleri inkâr etmekten sakınmalı ve ilk Müslümanlar olan Muhacir ve Ensarın yolunu izlemelidir. Ta ki Allah’ın şu sözünün kapsamına dâhil olsun: “(İslâm dînine girme hususunda) öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” (Tevbe: 100).
Allah bizi ve sizi onlardan kılsın ve hepimize kendi rahmetinden bağışlasın. Şüphesiz O, lütfu ihsânı bol olandır.
Şeyh Muhammed bin Salih el-Useymin
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri Fetva no: 32