Bu sorunun cevabını biraz geniş tutmamız gerekir. Çünkü bir şeye yemîn etmek, yemîn eden kişinin yemîn edilen şeye özel bir saygısının olduğuna delâlet eder. Bu sebeple hiç kimsenin; Allah ile, onun isimleri veya sıfatları ile olması müstesna yemîn etmesi câiz değildir. Mesela Allah’a yemîn olsun ki şöyle şöyle yapacağım, Kâbe’nin Rabbine yemîn olsun ki şöyle şöyle yapacağım, Allah’ın izzetine yemîn olsun ki demesi ve Allah’ın buna benzer sıfatlarıyla yemîn etmesi câizdir.
Mushaf, Allah’ın kelâmını ihtiva eder. Allah’ın kelâmı, O’nun sıfatlarındandır. Yani Allah’ın kelâmı, zâtî ve fiilî bir sıfattır. Çünkü bu sıfat aslı itibarıyla, konuşmak bir kemâl göstergesi olduğu ve Allah teâlâ ezelî ve ebedî olarak bu sıfatla mevsuf olduğu için, bu açıdan Allah’ın zâtî sıfatlarından bir sıfattır. Allah teâlâ ezelî ve ebedî olarak dilediğini konuşan ve yapandır. Konuşmasının her birer cüzü itibarıyla da fiilî sıfatlarından bir sıfattır. Çünkü O, dilediği zaman konuşur. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı “Ol” demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yasin: 82). Allah teâlâ bu âyetinde sözü irâdeye bağladı. Bu, O’nun konuşmasının irâdesine ve dilemesine bağlı olduğunun delîlidir. Bu konuda pek çok nas vardır. Allah’ın kelâmının her biri hikmetinin gereği olarak ortaya çıkar. Bununla biz şu sözleri söyleyen kimselerin sözlerinin bâtıl sözler olduğunu biliriz: Onlar şöyle derler: “Allah’ın kelâmı ezelîdir, O’nun irâdesine tabi olması mümkün değildir. O Allah’ın zâtıyla kâim bir manadır. Allah’ın kendisine konuştuğu kimse tarafından işitilen bir şey değildir.” Bunlar bâtıl sözlerdir. İşin gerçeği, bu sözleri söyleyenlerin Allah’ın işitilen kelâmını mahlûk kıldıklarıdır.
Şeyhulislâm İbn Teymiyye “et-Tis‘îniyye” ismiyle bilinen bir kitap te’lif ederek bu sözün bâtıl olduğunu orada doksan yönden beyân etmiştir.
Demek ki Mushaf Allah’ın kelâmını ihtiva ettiğine ve Allah’ın kelâmı da O’nun sıfatlarından bir sıfat olduğuna göre Mushaf’a yemîn etmek de câizdir. İnsan Mushafın içindeki Allah kelâmını kast ederek Mushaf’a yemîn olsun ki diyebilir. Hanbelî fıkıhçıları rahimehumullah buna hükmetmişlerdir. Bununla beraber bir kimsenin Allah’ın ismiyle yemîn etmesi ve “Allah’a yemîn olsun ki”, “Kâbe’nin Rabbine yemîn olsun ki” ve “canım elinde olana yemîn olsun ki” gibi halkın yadırgamayacağı ve işitenlerin kafasını karıştırmayacak şeyleri söylemesi daha evladır. Çünkü insanlara bildikleri ve kalplerini tatmin eden şeylerle konuşmak daha evladır ve daha hayırlıdır. Yemîn sadece Allah’a ve O’nun sıfatlarına yapıldığına göre hiç kimsenin Allah subhâhehu ve teâlâ’dan başkasına, Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم ’e, Cebrail’e, Kâbe’ye ve diğer yaratılmışlara yemîn etmesi câiz değildir. Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم şöyle buyurmuştur: “Kim yemîn ederse ya Allah’a yemîn etsin veya sussun.”(Buhari, Muslim) “Kim Allah’tan başkasına yemîn ederse ya kâfir olur veya müşrik olur.”(Tirmizi) İnsan, Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم ’e veya Peygamberin hayatına veya başka bir şahsın hayatına yemîn eden bir kimseyi duyduğu zaman onu bundan men etmeli ve bunun haram olduğunu, câiz olmadığını beyân etmelidir. Fakat engellemesi ve açıklaması hikmete uygun olmalı, bunu nezaket ve yumuşaklıkla yapmalı ve onun iyiliğini ve haramdan kurtarılmasını isteyerek şahsa yönelmelidir. Çünkü bazı kimseler bir şeyi emrederken veya engellerken gayrete gelip öfkeleniyorlar, yüzleri kıpkırmızı oluyor ve damarları ortaya çıkıyor. Bu durumda bazen nefsinin intikamını almak için onu men ediyor, şeytan onun nefsine bu illeti bırakıyor. Eğer insan kendisini onların yerine koymuş olsa da insanları hikmetle, yumuşaklık ve nezaketle Allah’a davet etmiş olsa bu, kabule daha yakın olur. Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم şöyle buyurmuştur: “Allah teâlâ sertlikle vermediği şeyi yumuşaklıkla verir.”(Muslim) Pek çok kimsenin bildiği bir olay vardır. Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم zamanında bir köylü mescide gelir ve topluluğun içinde küçük abdest bozmaya başlar. İnsanlar bağırarak çağırarak onu engellemeye çalışırlar. Fakat Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم onlara mani olur. Adama işini bitirince Peygamber صلى اللّٰه عليه وسلم onu yanına çağırır ve şöyle der: “Buralar mescidlerdir. Mescidlerde pislik ve rahatsız edici şeylerin bulunması uygun değildir. Buralar sadece tekbir, tesbih ve Kur’ân okumak içindir.”(Muslim) Veya buna benzer şeyler söyledi. Sonra ashâbına adamın idrarının üzerine birkaç kova su dökmelerini emretti. Böylece pislik kayboldu ve mekân temizlendi. Câhil bedeviye nasihat etmek suretiyle maksat hâsıl oldu. Bizim de Allah’ın kullarını Allah’ın dînine davet ederken Allah’ın davetçileri olmamız ve hakikati halkın kalplerine ulaştırmaya ve onları düzeltmeye en yakın yolu izlememiz gerekir. Başarı Allah’tandır.
Şeyh Muhammed bin Salih el-Useymin
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri Fetva no: 77